5.Şiir kitabı - Gülderen

 

 

 

Gölgedeki güzel...

 

Ne efsunlu hikayeler yazılmıştır gölgelerde

Aşkın mürekkebi ile duvarlara nakşedilen,

Bir damla gözyaşı ile yüreklere mühürlenen...

Burada; yaşanmamış hayatlar, özlemler,

Yalnızlığa isyanı besleyen sitemkar satırlar

Sevgi için çizilen resimlerle saf tutmuştur...

Orada tanıdım seni ve hüzünlü gözlerini

O gizemli grilerin içinden gelmiştin salınarak

Bildiğim çiçeklere benzemiyordu endamın

Anlatabilmek için güzelliğini çok zorlandım

Cümlelerde yer alacak seçilmiş sözcüklerde...

Pembeler yanaklarında özledi aydınlığı,

Kırmızılar gün ışığını beklediler günlerce

Dudaklarında siyah hareli güller gezindi

Her yer aynı idi, hiç değişmedi kül rengi...

Duymadılar bahçemde ayak seslerini,

Bilmediler, gün efkarınla suya ererken

Goncalara sinen kokunla başımın döndüğünü,

Kimse görmedi akşam sularında geldiğini

Ve sana hasret bir gün daha sona ererken

Gizlice uzanıp dudaklarımdan öptüğünü...

 

Ferhat AĞAOĞLU

27.12.2012

 

 

 

 

Bir yer....

 

Bir yer vardı düşlerimde gezinen

Eski bir bahçede... eski bir ev...

Zamanın durduğu ağaç gölgeleri

Yıkılmış bir çardakta nöbetteydi,

Yaşanmamış herşeyin şahidiydi

Yosun kokan yorgun kiremitler,

Panjurlar ilgisizliğin ayazında

Yitik bir sevgi ile sürgülüydü...

Odalar... olabildiğince ışıksız, sessiz

Sofada tozlu bir sandıkta yazdıklarım,

Kulaklarımda hala yankılanan

Perdelere sinmiş eski bir kırkbeşlik...

Hepsi yazılmamış bir hikaye gibi

Tortusunda acı olan hatıralar...

Neden içimi acıtıyor bunca hiçlikte

Alevsiz yanan bir geçmişin ayak sesleri,

Nasıl oluyorda hala içimde esiyor

Dudaklarımı kurutan isyanlarım...

Cevabı bir yerde kaybettim... bilmiyorum

Nadasta, yorgun bir yürek kaldı elde

Artık kapı çalsa da açmak istemiyorum...

 

Ferhat AĞAOĞLU

13.02.2013

 

 

 

 

Rüya&Deniz…
 
Akşam ışığa veda ediyordu sularda
Bir rüyanın sükûnetinde huzur bulurken,
Gözkapaklarım dalga sesleri ile kapandı…
Düşünceler bir martı gibi kanat çırptı,
Uyku, tüm melekleri ile dolarken odama
Olduğun şehirlere bir yolculuk başladı
Küçük mavi bir kuşun kanatlarında…
Açılmamış efsunlu kapılardan girdim
Zamanın unutulduğu bir tundan geçerken,
Gün ışığı değmemiş kuytularda gezindim
Her seste çaresizlikle titrerken gönül telim,
Hasret, katran karasını vururken tuvaline
Yalnızlıkla yıkandı kaybolan ümitlerim...
Senden önceleri küçük bir damla idim
Yolunu bulamayan, yitik bir su tanesi,
Bir şiir yazdım sana karışırken nehrine,
Her mısrada sevgi ile yüklendi sular
Çılgınca yol alırken yatağımızda,
Bir şelalede gökkuşağında buluştuk
Renklerin dansında dilek tutarken,
Kelebek kanatları karıştı çırpıntımıza
Mor çiçeğin yapraklarını ıslatıp geçerken,
Delice bir serüvendik kayalıklarda akan
Yazgının getirdiği senfoniyi dinlerken…
Nehir yavaşladıkça bir nihavent gibi
Yüzümüze yorgun bir gülüş kiracı oldu,
Söylenmemiş en güzel sözler geldi dile,
Mutluluk ellerimizde çiçek açarken
Engin bir denizde soluklandık… Aşk ile…
 
Ferhat AĞAOĞLU
 

Hazan sonu…

 

Sonbahar yolcuydu yangın renkleriyle

Hüznü bıraktı gözlerinde giderken,

Üşümüş dalgalar sahilde geziniyordu

Hazan son göçmen kuşları uğurlarken…

Kayıp yılların tortusu vardı yüreğinde

Defalarca yanan bir yangının külü gibi,

Umutlar bir bir yok olmuştu, tükenmişti

Kapı çalışlarına hasret akşam üstülerde…

Bir yol olmalıydı sevgi adına, bir kaçış

Yitirilen zamanın bir bedeli olmalıydı,

Uzanan ellerin hatırı için dönülmeliydi,

Her zaman hoş gören ve aşka inanan,

Affeden bir kalbin olacağı bilinmeliydi…

Yorgun bir mevsimin sonunda karşılaştık

Kırgındın hayata ve yaşattıklarına,

Günün son ışıkları saçlarında gezerken

Bir fincan çay şahit oldu anlattıklarına…

Simsiyah bir gece zamanı sarmalarken

Deniz tuzunu kattı gül dudaklarına,

Rüzgâr deli esti, bulutlar telaşlandı,

Onların telaşına martılar da katıldı

Kayboldular ufukta geçmişi silercesine…

Bir vapur geçti ak beyaz köpüklerle

Bu en son seferi mutluluk olmalıydı

Karanlığı delen bir çığlık gibi uzaklaştı…

Kocaman kahve gözlerin sulara takıldı,

Buluşamayan dalgacıklara iç geçirdin

Ve gün ışıyana kadar Sabahı bekledin…

Artık, güneşten önce sevgi doğmalıydı

Özlenen yarınlar aydınlık olmalıydı…

Sıra dışı, güzel bir günde tanıdım o’nu

Hazanın sonu, aylardan kasımdı…

 

Ferhat AĞAOĞLU

02.12.2103

 

 

Bir gül uğruna…

 

Zor saatlerin kapısı usulca aralanır

Katran karası siyahlar nöbette iken

Yalnızlık koluma girer sevgili gibi

Vefanın terk ettiği yolda yürürken…

Hayallerim, tutunduğum bulutlarda

Hasret yüklü, gözyaşı yüklü, çaresiz…

Şiirlerim, hayat bulduğum satırlarda

Hayal kırıklıkları ile sarmaş dolaş…

Resimlerim, beni ben yapan renklerde

Griden siyahlara yol alan tuvallerde…

Anlaşılamamak! …İnsanı tez tüketiyor

Yorgun anılarla biteviye pençeleşmek,

Her segâhta hüznü iliklerimde hissetmek,

Düştüğüm kör bir kuyuda uyanmak,

Işıksız ve sessiz günlere aşina olmak…

Anlatamadıklarımı bir rüzgâra verdim,

Kim duydu? Kim anladı bilmiyorum

Bir gül uğruna ne yangınlar yaşadığımı…

Uzun geceleri aydınlatan yeni bir günde

Sabahın efsunlu tülüne astım umutlarımı

Mavi sabır çiçekleri açtıkça oradalar,

Var olabilmenin zamanını bekliyorlar

Ve diliyorlar gökyüzündeki yıldızlarca

Unutulmuş bahçede yeniden çiçeklenmeyi,

Yosun tutmuş kiremitlerde güneşi görmeyi,

Sıkılmış bebek avuçlarındaki saf sevgiyi…

 

Ferhat AĞAOĞLU

10.01.2014

 

Gözlerin…

 

Kimsesiz bir zamana mahkûm oldu sular

Son ışıklar boş bardakları yıkadı masamda

İçinde gül kokusu olan bir esinti istedim

Ayak seslerini dinledim kapı önlerinde

Perdelerime uysal bir rüzgâr diledim

Hiç biri olmadı! Duymadım, koklamadım

Dokunmadım, dokunamadım saçlarına…

Dalgalar dövüp durdu kıyıları biteviye

Sensiz demir alan bir akşam daha işte!

Gölgeler uzuyor, gün firar ediyordu…

Saçaklar kuşların telaşına sahne olurken

Renklerin grilere teslimiyeti başlamıştı

Bir bir yanmaktaydı sokağın lambaları

Alacakaranlıkta hasretin tülü kaplıyordu

Her akşam sahnelenen özlem dolu anları…

Bir sigara daha yaktım, usulca çektim içime

Dumanında seni görmek istedim sanki!

Dibini merak ettim kırmızı yakut şişelerin

Soluklaşan anıları canlandırmak için

Hayallerimde silinmişti yüzün, beyaz ellerin

Ama hiçbir zaman terk etmedi güzel gözlerin

 

Ferhat AĞAOĞLU

30.01.2014

 

Yalnızlık yağmuru…

 

Son yapraklar da düştü nedensiz…

Kahveler sarılarla, yeşiller kızıllarla

Rüzgâr, kuruyan dudaklarla

Gözler, çiy taneleri ile tanıştı…

Kimsesizlik, hazanla huzur buldu

Âşıklar parkında bir kuytuda…

Kuşlar, akşam telaşı ile kaçıştılar

Tükenen sevgilerin firarı gibi,

Yalnızlık yağdı, dalları yıkadı

Ağaçlar utandı çıplaklığından,

Eski, ahşap bir kapı dile geldi

Duyulmamış hikâyeler fısıldadı,

Dertli bir hüzzamın nağmeleri

Sallanan bir salıncakta ses buldu…

Sonbahar… Ayrılıkların mabedi,

Tortusunda acı olan aşkların ayı,

Hüznün demir attığı her yürekte

Var olan, yaşanan bir zaman dilimi…

Duygular kanatlanır bu mevsimde

Yarım şiirlerin en güzel satırları

Kuruyan yapraklara yazılır, gizlenir

Ve yalnızlık yağmurunda ıslanır

Terk edilenlerin yaşayamadıkları

 

Ferhat AĞAOĞLU

 

 

Sen gülümserken…

 

Renkler, gölgelere sığındı yokluğunda

Huzur bir rüzgâra tutundu, uzaklaştı

Mutlu olmak yasaklandı satırlarda…

Sabahları seninle uyanmak isterdim

Neden? Nedensiz ayrılıklara el verdik

Sonbahar mı idi? Uzaklıkları haklı kılan

Vurgun gibi akşamları sensiz karşılayan

Yaşayamadıklarımı bir şişede aratan…

Ruhumda bir kandil yakmalısın güzelim

Murada ermemiş bir sevginin hatırına

Bulutların gözlerinde gezinmesine inat

Rüyaların içinden salınarak gelmelisin…

Tunda açan gül kokusu geceyi sararken

Nihaventler, hüzzamlara yol verir

Melekler sarar odamı sen gülümserken

Saatler sonsuz aşkı vurur defalarca

Nurlar yağar göklerden samanyolunca…

 

Ferhat AĞAOĞLU

 

 

Hüzzam…

 

Hüzzam bir şarkı ile yankılandı akşam

Özlem çaldı eski bir kırkbeşlikte

Bir kuşun suya değdi kanatları

Halkalar büyüdü göz bebeklerimce

Firar eden ışıklar grilerle buluştu

Yalnızlık siyahta ısrar etti kendince…

Biten bir gün neler saklar kuytularda?

Nelere yol verir yazılmamış satırlarda?

Bilemeyiz… Belki de bilmek istemeyiz!

Yazgı deriz başımıza gelen ne varsa

Sorgulamayız keşke ile başlayanları

İyi kilerle yol almayı düşleriz hayallerde…

Zaman hükmünü sürerken beklemez

Renklere acımaz, ışıkları hapseder

Karanlık örtüsünü yorgan gibi örter

Gecede soluklanırken kör düğümler…

Her soru bir goncada cevap arar

Gizli bahçeleri sarar efsunlu tüller

Sabahın ilk ışıklarına varmak için

Akrep kaçar, yelkovan kovalar

Gözlerinde açar en güzel güller…

 

Ferhat Ağaoğlu

 

Kum saati…

 

Kum saati zamana karşı duramadı

Tersine dönse de değişmedi yaşananlar…

Her mavide kadersiz sevgiler yinelendi

Acılar sevinçleri örseledi farkında olmadan

Özlem bir kuşun kanatlarına sindi gizlice

Bardak; geçmişle, anılarla dolu idi az önce

Solan ışıklarla boşaldı, efkârlandı gönlümce…

Mavi bir pervane suya dokundu narince

Hüzünlü bir şarkının gizemli sözlerince

Tenin gibi yumuşaktı zarif, ince kanatları

Çırpınışı çaresizliğe isyandı kendince…

Dilim eski bir şarkıya dadandı akşamda

Sabah ta aynı nağmelerle uyanmıştım güne

Bu gün yaşadıklarım yarına el verirken

Sitemler gönderdim kaybolan sensiz düne…

Mavi bir denizin ufkunda şimdi yüreğim

Yelkenlerimde geç gelen mutluluğun izleri

Güvertede yalnızlığın sorgulayan gözleri

Her biri akan kum taneleri gibi acımasız…

Beklemek, yitirilmiş bir şiirin adı olmalı

Satırlarda mavi sabır çiçekleri açmalı

Kum saati sonsuza dek tersine dönse de

Adın aklımda, tadın dudaklarımda kalmalı

Ve tüm maviler gözlerinde dans ederken

Aşk, Samanyolu gibi yüreğine dolmalı…

 

 

Ferhat AĞAOĞLU

 

 

Bir solukta…

 

Bir solukta yaşanan sevgilerin tükenişi

Tortusunda acı olan bir bardak şarap gibi

Uyanmak istemeyeceğin bir kuyunun dibi

Gölgelerin en acımasız yalnızlığıdır bazen…

Sana gül veren rüyalarda ararsın mutluluğu

Uzun, kumral saçlarını yüzünde hissedersin

Her çalışta kapıya uzanır umarsızca ellerin

Perdelerini havalandıran rüzgârda kokusunu

Dinlediğin şarkılarda gitme deyişini duyarsın…

Ayrılık, şiirlere düşer hüzünle dolu satırlarda

Neden diye soran yakarışlar kaplar yazılanları

Saatler yokluğu vurduğunda zaman tükenir

Kimsesiz kalır sözcükler, anlamlarından utanır…

Özlem, beyaz bir kuşun kanatlarında yolcudur

Yorgun bulutlarda dinlenir gecenin karasında

Yıldızlar aydınlatır yitirilmiş sevgilerin izlerini

Sonsuzluk kaplar aşkla bakan deniz gözlerini...

 

Ferhat AĞAOĞLU

 

 

Huzur...

 

Vakit geç değildi, sular renkleri yıkarken…

Telaş içinde uçuşan kuşlar geçti üstümden

Ayak seslerimden ürken bir kedi sindi kuytuya

Unutulmuş bir segâha gizlendi diyemediklerim…

Gülkurusu bir tül kapladı akşam saatlerini

Sokak lambaları aydınlattı taş döşeli yolları

Işıklarla uğurlanan bir gün sona ererken

Huzur can buldu ahşap evimin balkonumda…

Bir keman sesi ile dağıldı duyduğum endişeler

Penceremde sardunyalar, uçuşan perdeler

Her esintide can bulan, dans eden rakkaseler…

Mavi pervaneler de katıldı bu senfoniye

Aşk için delicesine, pervasızca yanarak

Yıldızlara ulaştı küçük, narin bedenleri…

Gece, sükûnetinde sakladı yitik umutları

Bitmeyen dualarla sarmalandı özlemler

Sessizliğin içinde mavi sabır çiçekleri açtı…

Huzur, sabaha kadar aydınlattı karanlıkları

Bir şiirin dizelerine yol verdi sevgi için, bilgece

Biliyordu yeni günün ilk ışıkları ile geleceğini

Elinde rengârenk çiçekler, gözlerinde okyanus

Ve biliyordu öpülesi huzur, hep beni seveceğini…

 

Ferhat AĞAOĞLU

 

 

Sessizlik…

 

Bir kurşun gibi saplandı geceye sessizlik

Kimsesiz ve çaresizdi dinmeyen çığlıkları

Nedensiz ayrılıklar için bir şarkı besteledi

Nakaratında hüznü ve ihaneti kullandı…

Yorgundu duyulmayan nağmeler, bezgindi

Çalınsa da kimsenin anlamadığı bir makamda

Umudunu kaybeden insanlar tarafından

Hayal kırıklıkları döşeli bir yolda söylendi…

Yaprak kıpırdamadı, sevgi gölgelere kaçtı

Dalgaların sesi kayalarda eridi kayboldu

Su, yatağında akarken uyuyanlara kıyamadı

Düşünceler sevdaya daldı usulca, sakince…

Yokluk, hiçlik idi anlatılan siyah hikâyeler

Ufka doğru uzaklaşan bulutlara gizlendi

Seni karaladım hasret kokan yarım şiirlerde

Göz kapaklarım ışıksız satırlarda kapanırken…

Gece sessizlikle yıkanır, sensizlikle biter

Gün ışığı renkleri alırken çiy tanelerinden

Sabahın tülünde aşk ile dans eder rakkaseler

Ve yalnız sen geçersin içimdeki tünellerden…

 

Ferhat AĞAOĞLU

 

 

Mavi düşler…

 

Zaman maviydi gözlerinde

Denizin sonsuz derinlikleri gibi

Unutulmuş anıları orada sakladım…

Özlem, yürekleri her sözcükte yakarken

Hazan kumralı seçti uzun saçlarında

Hüznün rengi sarı bir yaprakta gizlendi

Rüzgârın getirdiği her nağme sensiz

Dökülen yaşların hepsi çaresizdi…

Hasret yalnızlığı sürükledi satırlara

Ağlayan bir bebek çaresizliğinde

Mavi sabır çiçekleri kokunu kıskandı

Kurumuş yapraklar yolunu beklerken

Hayalin salınarak geçti gözlerimden

Ayak seslerin bir kuytuda kaybolurken…

Şiirler de olmasa sana varamazdım

Bilemezdim beni ne kadar sevdiğini

Yine sensiz bir gece sabaha ererken

Elinde çiçeklerle rüyalarıma geldiğini…

 

Ferhat AĞAOĞLU

 

 

Bir şiir…

 

Bir şiir yaz dedi sevdiğim

Bak! Her satırı ben olmalıyım

Yazıldıkça sevgiyle dolmalıyım

Renklerin en güzelinde uyanıp

Güne seninle başlamalıyım…

Peki dedim… Madem istedi bir tanem

Böyle girdim bu şiirin satırlarına…

Bir kelebek sunsa günaydınını

Öpse dudakların sabah rüzgârını

Saçlarında ilk ışıklar oynaşsa

Çocukça sevinçlerin gösterisi gibi…

Akşamın gül kokusu tenine sinse

Ayrılmamak olsa tek dileğimiz

Segâh bir şarkıda huzur arasak

Aynı bardakta kalsa dudak izlerimiz...

Gizli bahçemizde gezinirken bulsak

Her tomurcukla yeşeren umutları

Yarınları aydınlatacak güzellikleri

Bizi anlatan, yaşanan en mutlu anıları…

Türkuaz mavisi ile sarmalanan

Güne sığmayan zamanlar tüketsek

Gözlerimizle anlatsak yürekte ne varsa

Tüm renkler günü terk edinceye dek…

Defalarca geçsen içimdeki tünellerden

Karanlığın hükmü sürerken gecede

Yıldızın akıp gitse şiirlerin peşinden

Ve nokta olsa aşk için yazılan dizelerde…

 

Ferhat AĞAOĞLU

 

 

Eylüle dair…

 

Hüzün geldi ardı sıra rüzgârların

Hiç durmadı esintiler sabaha dek

Yaşamları sona erse de yaprakların

Rakkaseleri kıskandırdılar dans ederek…

Yüreklerde izi kalan her anı dile geldi

Utandı çıplaklığından kurumuş dallar

Sarıdan kızıla döndü zamanın rengi

Sonun habercisi oldu kahverengiler…

Eylül, her sevginin gülmeyen yüzüdür

Vazgeçilen, terk edilen duygular evidir

Yorgun sevdalılar dolaşır odalarında

Eski aşkların fısıltıları uçuşur perdelerde…

Yıpranmış bir mektupta gizlidir geçmiş

Tozlu sandıklarda yer bulur eski fotoğraflar

Sofada gezinen ayak sesleri kaybolurken

Camların kirine yazılan isimler silinmektedir…

Hazan yalnızlıktır kırık, küskün dizelerde

Tortusunda acı olan bir bardak şarap gibi

Yağmurlarda gizlenir akmayan gözyaşları

Sel olur, alır götürür uzaklara hatıraları…

Yine bir güz masalı başlarken gözlerinde

Kirpiklerinde göçmen kuşları firar ediyor

Hicazın gamlı notaları siniyor kuytulara

Ellerinin teri gecenin nemine karışıyor…

 

Ferhat AĞAOĞLU

 

 

Kırlangıçlar…

 

Özlem gözyaşı ile beyaz yelkenlere yazıldı

Güvertesinde sessizliğin sesi yankılanan

Her seferi hiçliğe, sensizliğe sessizce yol alan

Yolcusu olmayan, dert taşıyan bir teknede…

Gün suya varırken hüzünlü bir segâh çaldı

Gözlerinde son ışıklar renkleri terk ederken

Kırlangıçlar firar etti simsiyah kirpiklerinden

Telaşla ufka vardılar, kızıllıklarda kayboldular…

Onlar da biliyordu yaşanan güzel zamanları

Her kırpışında kirpiklerini aşkla baktığını

Denizin çırpınışında hiçliğe çare aradığını

Umudunu her biten gün tekrar yenilediğini…

Akşam vakitleri yorgun gönüllere limandır

Hüzünlü bir hüzzam, birkaç boş yakut şişe

Duman altı muhabbetler, gidenler, unutanlar

Siyahın hoşgörülü sinesinde yer bulurlar…

Gece huzura amade zamanlara el verirken

Sükûnetinde âşık mavi pervaneler uçuşur

Hepsi yanmak adına yeminlidir sevda için

Delicesine kanat çırparlar ateşe… Tez elden…

Sabah vakti yine dönecek siyah kuşların

Deniz gözlerinde, kirpiklerinde yer alacaklar

Sevgiyi seninle yaşayıp, seninle tadacaklar

Ve yine bir akşamüstü firar edecekler, gidecekler…

 

Ferhat AĞAOĞLU

 

 

Bu gün doğum günü...

 

Sıkıntı ile uyandığım sabahları bilirim

Bir fısıltı ile ürktüğümü, telaşlandığımı

Yorgun rüzgârın penceremden girişini

Perdelerimi amaçsızca savuruşunu…

Yalnızlık nöbetlerinde ellerimin terlediğini

Ve kurumuş iki nokta gibi uzaklara,

Ufka takıldığını bilirim gözlerimin...

Bu sabah ışıkla, güneşle uyandım

Omzumun üzerinde bir kuş var sanki

Mavi, küçük, sevimli bir yaramaz

Yaşama sevinci ile doluyum nedense!

Dudaklarımda bir şarkı... Aşk üstüne…

Bugün onun doğum günü, var oluşu…

Doğmasa ne yapardım bilmiyorum!

Ne kadar yol alabilirdim tek başıma

Yolun neresinde yığılıp kalırdım

Hangi gözlerde teselli bulurdum

Nerde, kimin kollarında olurdum?

Acımasız bir yaşama göz açıyoruz!

Tüm yazgımız, beklentilerimiz

Sıkılmış, minik bebek avuçlarında...

Doğmak... Sevgi ile doğmak...

Sevgi öncesi onu tanımlamıyor

Sorsanız, nisanda doğdum diyor!

Bir kovanın nisanda işi ne!

Çocuk işte… İyi hatırlamıyor...

Neyi yaşıyor ki sevmek dışında?

Zamanı bile bir şaire soruyor

Haylaz ve huysuz bir şaire...

Çocuk işte… Bilmiyor ki…

Saatler hep sevgiyi vuruyor...

 

 F.Ağaoğlu

 

 

 

Hiç kimse…

                    

Bir rüzgâra verdi kendini beyaz kâğıt

Yazgısı, yazılanları uzaklara taşımaktı

Son dileği, son arzusu bu olmalıydı

Kaybolurcasına savruldu gökyüzüne…

Karalanmış bir şiir vardı bedeninde

Ayrılığı fark etmeyen, özlemi gizleyen,

Akşamın hüznünü gölgelerde saklayan,

Kavuşmayı dileyen satırlarla bezeli…

Gözyaşları, duyguları ıslatmıştı dizelerde

Deli bir şair yazmıştı sevgiyi anlatmak için

Aradığını bulamadığı yaşama inadına

Her darbede daha da artan bir sevgiyle…

Sözcükler güzelliklerle yol almak istedi

Aşkı yakalamak, vazgeçmemek adına

Yaşananlar üzse de, gözyaşı dökülse de

Varmak için vazgeçilmeyen anların tadına…

Bulutlarda saklandı beyaz kâğıt, yorgundu

Işıklar azalıyordu, yazılanlar okunmaz olmuştu

Taşıdığı yükün ağırlığı ile bitkindi, tükenmişti

Siyahın sardığı gecede yıldızlarla tanıştı

Gök kubbede dost bir fısıltı duymak istedi

Yalnızlığı hissetti, kimsesizlik üşütmüştü

Ve şiirin son satırlarında korktu… Ya giderse!

Ya, her güzel şey gibi anlamsızca biterse!

Kimse görmedi onu sabah ışıdığında… Hiç kimse…

 

Ferhat AĞAOĞLU