5.Şiir kitabı - Gülderen
Gölgedeki güzel...
Ne efsunlu hikayeler yazılmıştır gölgelerde
Aşkın mürekkebi ile duvarlara nakşedilen,
Bir damla gözyaşı ile yüreklere mühürlenen...
Burada; yaşanmamış hayatlar, özlemler,
Yalnızlığa isyanı besleyen sitemkar satırlar
Sevgi için çizilen resimlerle saf tutmuştur...
Orada tanıdım seni ve hüzünlü gözlerini
O gizemli grilerin içinden gelmiştin salınarak
Bildiğim çiçeklere benzemiyordu endamın
Anlatabilmek için güzelliğini çok zorlandım
Cümlelerde yer alacak seçilmiş sözcüklerde...
Pembeler yanaklarında özledi aydınlığı,
Kırmızılar gün ışığını beklediler günlerce
Dudaklarında siyah hareli güller gezindi
Her yer aynı idi, hiç değişmedi kül rengi...
Duymadılar bahçemde ayak seslerini,
Bilmediler, gün efkarınla suya ererken
Goncalara sinen kokunla başımın döndüğünü,
Kimse görmedi akşam sularında geldiğini
Ve sana hasret bir gün daha sona ererken
Gizlice uzanıp dudaklarımdan öptüğünü...
Ferhat AĞAOĞLU
27.12.2012
Bir yer....
Bir yer vardı düşlerimde gezinen
Eski bir bahçede... eski bir ev...
Zamanın durduğu ağaç gölgeleri
Yıkılmış bir çardakta nöbetteydi,
Yaşanmamış herşeyin şahidiydi
Yosun kokan yorgun kiremitler,
Panjurlar ilgisizliğin ayazında
Yitik bir sevgi ile sürgülüydü...
Odalar... olabildiğince ışıksız, sessiz
Sofada tozlu bir sandıkta yazdıklarım,
Kulaklarımda hala yankılanan
Perdelere sinmiş eski bir kırkbeşlik...
Hepsi yazılmamış bir hikaye gibi
Tortusunda acı olan hatıralar...
Neden içimi acıtıyor bunca hiçlikte
Alevsiz yanan bir geçmişin ayak sesleri,
Nasıl oluyorda hala içimde esiyor
Dudaklarımı kurutan isyanlarım...
Cevabı bir yerde kaybettim... bilmiyorum
Nadasta, yorgun bir yürek kaldı elde
Artık kapı çalsa da açmak istemiyorum...
Ferhat AĞAOĞLU
13.02.2013
Rüya&Deniz…
Akşam ışığa veda ediyordu sularda
Bir rüyanın sükûnetinde huzur bulurken,
Gözkapaklarım dalga sesleri ile kapandı…
Düşünceler bir martı gibi kanat çırptı,
Uyku, tüm melekleri ile dolarken odama
Olduğun şehirlere bir yolculuk başladı
Küçük mavi bir kuşun kanatlarında…
Açılmamış efsunlu kapılardan girdim
Zamanın unutulduğu bir tundan geçerken,
Gün ışığı değmemiş kuytularda gezindim
Her seste çaresizlikle titrerken gönül telim,
Hasret, katran karasını vururken tuvaline
Yalnızlıkla yıkandı kaybolan ümitlerim...
Senden önceleri küçük bir damla idim
Yolunu bulamayan, yitik bir su tanesi,
Bir şiir yazdım sana karışırken nehrine,
Her mısrada sevgi ile yüklendi sular
Çılgınca yol alırken yatağımızda,
Bir şelalede gökkuşağında buluştuk
Renklerin dansında dilek tutarken,
Kelebek kanatları karıştı çırpıntımıza
Mor çiçeğin yapraklarını ıslatıp geçerken,
Delice bir serüvendik kayalıklarda akan
Yazgının getirdiği senfoniyi dinlerken…
Nehir yavaşladıkça bir nihavent gibi
Yüzümüze yorgun bir gülüş kiracı oldu,
Söylenmemiş en güzel sözler geldi dile,
Mutluluk ellerimizde çiçek açarken
Engin bir denizde soluklandık… Aşk ile…
Ferhat AĞAOĞLU
Hazan sonu…
Sonbahar yolcuydu yangın renkleriyle
Hüznü bıraktı gözlerinde giderken,
Üşümüş dalgalar sahilde geziniyordu
Hazan son göçmen kuşları uğurlarken…
Kayıp yılların tortusu vardı yüreğinde
Defalarca yanan bir yangının külü gibi,
Umutlar bir bir yok olmuştu, tükenmişti
Kapı çalışlarına hasret akşam üstülerde…
Bir yol olmalıydı sevgi adına, bir kaçış
Yitirilen zamanın bir bedeli olmalıydı,
Uzanan ellerin hatırı için dönülmeliydi,
Her zaman hoş gören ve aşka inanan,
Affeden bir kalbin olacağı bilinmeliydi…
Yorgun bir mevsimin sonunda karşılaştık
Kırgındın hayata ve yaşattıklarına,
Günün son ışıkları saçlarında gezerken
Bir fincan çay şahit oldu anlattıklarına…
Simsiyah bir gece zamanı sarmalarken
Deniz tuzunu kattı gül dudaklarına,
Rüzgâr deli esti, bulutlar telaşlandı,
Onların telaşına martılar da katıldı
Kayboldular ufukta geçmişi silercesine…
Bir vapur geçti ak beyaz köpüklerle
Bu en son seferi mutluluk olmalıydı
Karanlığı delen bir çığlık gibi uzaklaştı…
Kocaman kahve gözlerin sulara takıldı,
Buluşamayan dalgacıklara iç geçirdin
Ve gün ışıyana kadar Sabahı bekledin…
Artık, güneşten önce sevgi doğmalıydı
Özlenen yarınlar aydınlık olmalıydı…
Sıra dışı, güzel bir günde tanıdım o’nu
Hazanın sonu, aylardan kasımdı…
Ferhat AĞAOĞLU
02.12.2103
Bir gül uğruna…
Zor saatlerin kapısı usulca aralanır
Katran karası siyahlar nöbette iken
Yalnızlık koluma girer sevgili gibi
Vefanın terk ettiği yolda yürürken…
Hayallerim, tutunduğum bulutlarda
Hasret yüklü, gözyaşı yüklü, çaresiz…
Şiirlerim, hayat bulduğum satırlarda
Hayal kırıklıkları ile sarmaş dolaş…
Resimlerim, beni ben yapan renklerde
Griden siyahlara yol alan tuvallerde…
Anlaşılamamak! …İnsanı tez tüketiyor
Yorgun anılarla biteviye pençeleşmek,
Her segâhta hüznü iliklerimde hissetmek,
Düştüğüm kör bir kuyuda uyanmak,
Işıksız ve sessiz günlere aşina olmak…
Anlatamadıklarımı bir rüzgâra verdim,
Kim duydu? Kim anladı bilmiyorum
Bir gül uğruna ne yangınlar yaşadığımı…
Uzun geceleri aydınlatan yeni bir günde
Sabahın efsunlu tülüne astım umutlarımı
Mavi sabır çiçekleri açtıkça oradalar,
Var olabilmenin zamanını bekliyorlar
Ve diliyorlar gökyüzündeki yıldızlarca
Unutulmuş bahçede yeniden çiçeklenmeyi,
Yosun tutmuş kiremitlerde güneşi görmeyi,
Sıkılmış bebek avuçlarındaki saf sevgiyi…
Ferhat AĞAOĞLU
10.01.2014
Gözlerin…
Kimsesiz bir zamana mahkûm oldu sular
Son ışıklar boş bardakları yıkadı masamda
İçinde gül kokusu olan bir esinti istedim
Ayak seslerini dinledim kapı önlerinde
Perdelerime uysal bir rüzgâr diledim
Hiç biri olmadı! Duymadım, koklamadım
Dokunmadım, dokunamadım saçlarına…
Dalgalar dövüp durdu kıyıları biteviye
Sensiz demir alan bir akşam daha işte!
Gölgeler uzuyor, gün firar ediyordu…
Saçaklar kuşların telaşına sahne olurken
Renklerin grilere teslimiyeti başlamıştı
Bir bir yanmaktaydı sokağın lambaları
Alacakaranlıkta hasretin tülü kaplıyordu
Her akşam sahnelenen özlem dolu anları…
Bir sigara daha yaktım, usulca çektim içime
Dumanında seni görmek istedim sanki!
Dibini merak ettim kırmızı yakut şişelerin
Soluklaşan anıları canlandırmak için
Hayallerimde silinmişti yüzün, beyaz ellerin
Ama hiçbir zaman terk etmedi güzel gözlerin
Ferhat AĞAOĞLU
30.01.2014
Yalnızlık yağmuru…
Son yapraklar da düştü nedensiz…
Kahveler sarılarla, yeşiller kızıllarla
Rüzgâr, kuruyan dudaklarla
Gözler, çiy taneleri ile tanıştı…
Kimsesizlik, hazanla huzur buldu
Âşıklar parkında bir kuytuda…
Kuşlar, akşam telaşı ile kaçıştılar
Tükenen sevgilerin firarı gibi,
Yalnızlık yağdı, dalları yıkadı
Ağaçlar utandı çıplaklığından,
Eski, ahşap bir kapı dile geldi
Duyulmamış hikâyeler fısıldadı,
Dertli bir hüzzamın nağmeleri
Sallanan bir salıncakta ses buldu…
Sonbahar… Ayrılıkların mabedi,
Tortusunda acı olan aşkların ayı,
Hüznün demir attığı her yürekte
Var olan, yaşanan bir zaman dilimi…
Duygular kanatlanır bu mevsimde
Yarım şiirlerin en güzel satırları
Kuruyan yapraklara yazılır, gizlenir
Ve yalnızlık yağmurunda ıslanır
Terk edilenlerin yaşayamadıkları
Ferhat AĞAOĞLU
Sen gülümserken…
Renkler, gölgelere sığındı yokluğunda
Huzur bir rüzgâra tutundu, uzaklaştı
Mutlu olmak yasaklandı satırlarda…
Sabahları seninle uyanmak isterdim
Neden? Nedensiz ayrılıklara el verdik
Sonbahar mı idi? Uzaklıkları haklı kılan
Vurgun gibi akşamları sensiz karşılayan
Yaşayamadıklarımı bir şişede aratan…
Ruhumda bir kandil yakmalısın güzelim
Murada ermemiş bir sevginin hatırına
Bulutların gözlerinde gezinmesine inat
Rüyaların içinden salınarak gelmelisin…
Tunda açan gül kokusu geceyi sararken
Nihaventler, hüzzamlara yol verir
Melekler sarar odamı sen gülümserken
Saatler sonsuz aşkı vurur defalarca
Nurlar yağar göklerden samanyolunca…
Ferhat AĞAOĞLU
Hüzzam…
Hüzzam bir şarkı ile yankılandı akşam
Özlem çaldı eski bir kırkbeşlikte
Bir kuşun suya değdi kanatları
Halkalar büyüdü göz bebeklerimce
Firar eden ışıklar grilerle buluştu
Yalnızlık siyahta ısrar etti kendince…
Biten bir gün neler saklar kuytularda?
Nelere yol verir yazılmamış satırlarda?
Bilemeyiz… Belki de bilmek istemeyiz!
Yazgı deriz başımıza gelen ne varsa
Sorgulamayız keşke ile başlayanları
İyi kilerle yol almayı düşleriz hayallerde…
Zaman hükmünü sürerken beklemez
Renklere acımaz, ışıkları hapseder
Karanlık örtüsünü yorgan gibi örter
Gecede soluklanırken kör düğümler…
Her soru bir goncada cevap arar
Gizli bahçeleri sarar efsunlu tüller
Sabahın ilk ışıklarına varmak için
Akrep kaçar, yelkovan kovalar
Gözlerinde açar en güzel güller…
Ferhat Ağaoğlu
Kum saati…
Kum saati zamana karşı duramadı
Tersine dönse de değişmedi yaşananlar…
Her mavide kadersiz sevgiler yinelendi
Acılar sevinçleri örseledi farkında olmadan
Özlem bir kuşun kanatlarına sindi gizlice
Bardak; geçmişle, anılarla dolu idi az önce
Solan ışıklarla boşaldı, efkârlandı gönlümce…
Mavi bir pervane suya dokundu narince
Hüzünlü bir şarkının gizemli sözlerince
Tenin gibi yumuşaktı zarif, ince kanatları
Çırpınışı çaresizliğe isyandı kendince…
Dilim eski bir şarkıya dadandı akşamda
Sabah ta aynı nağmelerle uyanmıştım güne
Bu gün yaşadıklarım yarına el verirken
Sitemler gönderdim kaybolan sensiz düne…
Mavi bir denizin ufkunda şimdi yüreğim
Yelkenlerimde geç gelen mutluluğun izleri
Güvertede yalnızlığın sorgulayan gözleri
Her biri akan kum taneleri gibi acımasız…
Beklemek, yitirilmiş bir şiirin adı olmalı
Satırlarda mavi sabır çiçekleri açmalı
Kum saati sonsuza dek tersine dönse de
Adın aklımda, tadın dudaklarımda kalmalı
Ve tüm maviler gözlerinde dans ederken
Aşk, Samanyolu gibi yüreğine dolmalı…
Ferhat AĞAOĞLU
Bir solukta…
Bir solukta yaşanan sevgilerin tükenişi
Tortusunda acı olan bir bardak şarap gibi
Uyanmak istemeyeceğin bir kuyunun dibi
Gölgelerin en acımasız yalnızlığıdır bazen…
Sana gül veren rüyalarda ararsın mutluluğu
Uzun, kumral saçlarını yüzünde hissedersin
Her çalışta kapıya uzanır umarsızca ellerin
Perdelerini havalandıran rüzgârda kokusunu
Dinlediğin şarkılarda gitme deyişini duyarsın…
Ayrılık, şiirlere düşer hüzünle dolu satırlarda
Neden diye soran yakarışlar kaplar yazılanları
Saatler yokluğu vurduğunda zaman tükenir
Kimsesiz kalır sözcükler, anlamlarından utanır…
Özlem, beyaz bir kuşun kanatlarında yolcudur
Yorgun bulutlarda dinlenir gecenin karasında
Yıldızlar aydınlatır yitirilmiş sevgilerin izlerini
Sonsuzluk kaplar aşkla bakan deniz gözlerini...
Ferhat AĞAOĞLU
Huzur...
Vakit geç değildi, sular renkleri yıkarken…
Telaş içinde uçuşan kuşlar geçti üstümden
Ayak seslerimden ürken bir kedi sindi kuytuya
Unutulmuş bir segâha gizlendi diyemediklerim…
Gülkurusu bir tül kapladı akşam saatlerini
Sokak lambaları aydınlattı taş döşeli yolları
Işıklarla uğurlanan bir gün sona ererken
Huzur can buldu ahşap evimin balkonumda…
Bir keman sesi ile dağıldı duyduğum endişeler
Penceremde sardunyalar, uçuşan perdeler
Her esintide can bulan, dans eden rakkaseler…
Mavi pervaneler de katıldı bu senfoniye
Aşk için delicesine, pervasızca yanarak
Yıldızlara ulaştı küçük, narin bedenleri…
Gece, sükûnetinde sakladı yitik umutları
Bitmeyen dualarla sarmalandı özlemler
Sessizliğin içinde mavi sabır çiçekleri açtı…
Huzur, sabaha kadar aydınlattı karanlıkları
Bir şiirin dizelerine yol verdi sevgi için, bilgece
Biliyordu yeni günün ilk ışıkları ile geleceğini
Elinde rengârenk çiçekler, gözlerinde okyanus
Ve biliyordu öpülesi huzur, hep beni seveceğini…
Ferhat AĞAOĞLU
Sessizlik…
Bir kurşun gibi saplandı geceye sessizlik
Kimsesiz ve çaresizdi dinmeyen çığlıkları
Nedensiz ayrılıklar için bir şarkı besteledi
Nakaratında hüznü ve ihaneti kullandı…
Yorgundu duyulmayan nağmeler, bezgindi
Çalınsa da kimsenin anlamadığı bir makamda
Umudunu kaybeden insanlar tarafından
Hayal kırıklıkları döşeli bir yolda söylendi…
Yaprak kıpırdamadı, sevgi gölgelere kaçtı
Dalgaların sesi kayalarda eridi kayboldu
Su, yatağında akarken uyuyanlara kıyamadı
Düşünceler sevdaya daldı usulca, sakince…
Yokluk, hiçlik idi anlatılan siyah hikâyeler
Ufka doğru uzaklaşan bulutlara gizlendi
Seni karaladım hasret kokan yarım şiirlerde
Göz kapaklarım ışıksız satırlarda kapanırken…
Gece sessizlikle yıkanır, sensizlikle biter
Gün ışığı renkleri alırken çiy tanelerinden
Sabahın tülünde aşk ile dans eder rakkaseler
Ve yalnız sen geçersin içimdeki tünellerden…
Ferhat AĞAOĞLU
Mavi düşler…
Zaman maviydi gözlerinde
Denizin sonsuz derinlikleri gibi
Unutulmuş anıları orada sakladım…
Özlem, yürekleri her sözcükte yakarken
Hazan kumralı seçti uzun saçlarında
Hüznün rengi sarı bir yaprakta gizlendi
Rüzgârın getirdiği her nağme sensiz
Dökülen yaşların hepsi çaresizdi…
Hasret yalnızlığı sürükledi satırlara
Ağlayan bir bebek çaresizliğinde
Mavi sabır çiçekleri kokunu kıskandı
Kurumuş yapraklar yolunu beklerken
Hayalin salınarak geçti gözlerimden
Ayak seslerin bir kuytuda kaybolurken…
Şiirler de olmasa sana varamazdım
Bilemezdim beni ne kadar sevdiğini
Yine sensiz bir gece sabaha ererken
Elinde çiçeklerle rüyalarıma geldiğini…
Ferhat AĞAOĞLU
Bir şiir…
Bir şiir yaz dedi sevdiğim
Bak! Her satırı ben olmalıyım
Yazıldıkça sevgiyle dolmalıyım
Renklerin en güzelinde uyanıp
Güne seninle başlamalıyım…
Peki dedim… Madem istedi bir tanem
Böyle girdim bu şiirin satırlarına…
Bir kelebek sunsa günaydınını
Öpse dudakların sabah rüzgârını
Saçlarında ilk ışıklar oynaşsa
Çocukça sevinçlerin gösterisi gibi…
Akşamın gül kokusu tenine sinse
Ayrılmamak olsa tek dileğimiz
Segâh bir şarkıda huzur arasak
Aynı bardakta kalsa dudak izlerimiz...
Gizli bahçemizde gezinirken bulsak
Her tomurcukla yeşeren umutları
Yarınları aydınlatacak güzellikleri
Bizi anlatan, yaşanan en mutlu anıları…
Türkuaz mavisi ile sarmalanan
Güne sığmayan zamanlar tüketsek
Gözlerimizle anlatsak yürekte ne varsa
Tüm renkler günü terk edinceye dek…
Defalarca geçsen içimdeki tünellerden
Karanlığın hükmü sürerken gecede
Yıldızın akıp gitse şiirlerin peşinden
Ve nokta olsa aşk için yazılan dizelerde…
Ferhat AĞAOĞLU
Eylüle dair…
Hüzün geldi ardı sıra rüzgârların
Hiç durmadı esintiler sabaha dek
Yaşamları sona erse de yaprakların
Rakkaseleri kıskandırdılar dans ederek…
Yüreklerde izi kalan her anı dile geldi
Utandı çıplaklığından kurumuş dallar
Sarıdan kızıla döndü zamanın rengi
Sonun habercisi oldu kahverengiler…
Eylül, her sevginin gülmeyen yüzüdür
Vazgeçilen, terk edilen duygular evidir
Yorgun sevdalılar dolaşır odalarında
Eski aşkların fısıltıları uçuşur perdelerde…
Yıpranmış bir mektupta gizlidir geçmiş
Tozlu sandıklarda yer bulur eski fotoğraflar
Sofada gezinen ayak sesleri kaybolurken
Camların kirine yazılan isimler silinmektedir…
Hazan yalnızlıktır kırık, küskün dizelerde
Tortusunda acı olan bir bardak şarap gibi
Yağmurlarda gizlenir akmayan gözyaşları
Sel olur, alır götürür uzaklara hatıraları…
Yine bir güz masalı başlarken gözlerinde
Kirpiklerinde göçmen kuşları firar ediyor
Hicazın gamlı notaları siniyor kuytulara
Ellerinin teri gecenin nemine karışıyor…
Ferhat AĞAOĞLU
Kırlangıçlar…
Özlem gözyaşı ile beyaz yelkenlere yazıldı
Güvertesinde sessizliğin sesi yankılanan
Her seferi hiçliğe, sensizliğe sessizce yol alan
Yolcusu olmayan, dert taşıyan bir teknede…
Gün suya varırken hüzünlü bir segâh çaldı
Gözlerinde son ışıklar renkleri terk ederken
Kırlangıçlar firar etti simsiyah kirpiklerinden
Telaşla ufka vardılar, kızıllıklarda kayboldular…
Onlar da biliyordu yaşanan güzel zamanları
Her kırpışında kirpiklerini aşkla baktığını
Denizin çırpınışında hiçliğe çare aradığını
Umudunu her biten gün tekrar yenilediğini…
Akşam vakitleri yorgun gönüllere limandır
Hüzünlü bir hüzzam, birkaç boş yakut şişe
Duman altı muhabbetler, gidenler, unutanlar
Siyahın hoşgörülü sinesinde yer bulurlar…
Gece huzura amade zamanlara el verirken
Sükûnetinde âşık mavi pervaneler uçuşur
Hepsi yanmak adına yeminlidir sevda için
Delicesine kanat çırparlar ateşe… Tez elden…
Sabah vakti yine dönecek siyah kuşların
Deniz gözlerinde, kirpiklerinde yer alacaklar
Sevgiyi seninle yaşayıp, seninle tadacaklar
Ve yine bir akşamüstü firar edecekler, gidecekler…
Ferhat AĞAOĞLU
Bu gün doğum günü...
Sıkıntı ile uyandığım sabahları bilirim
Bir fısıltı ile ürktüğümü, telaşlandığımı
Yorgun rüzgârın penceremden girişini
Perdelerimi amaçsızca savuruşunu…
Yalnızlık nöbetlerinde ellerimin terlediğini
Ve kurumuş iki nokta gibi uzaklara,
Ufka takıldığını bilirim gözlerimin...
Bu sabah ışıkla, güneşle uyandım
Omzumun üzerinde bir kuş var sanki
Mavi, küçük, sevimli bir yaramaz
Yaşama sevinci ile doluyum nedense!
Dudaklarımda bir şarkı... Aşk üstüne…
Bugün onun doğum günü, var oluşu…
Doğmasa ne yapardım bilmiyorum!
Ne kadar yol alabilirdim tek başıma
Yolun neresinde yığılıp kalırdım
Hangi gözlerde teselli bulurdum
Nerde, kimin kollarında olurdum?
Acımasız bir yaşama göz açıyoruz!
Tüm yazgımız, beklentilerimiz
Sıkılmış, minik bebek avuçlarında...
Doğmak... Sevgi ile doğmak...
Sevgi öncesi onu tanımlamıyor
Sorsanız, nisanda doğdum diyor!
Bir kovanın nisanda işi ne!
Çocuk işte… İyi hatırlamıyor...
Neyi yaşıyor ki sevmek dışında?
Zamanı bile bir şaire soruyor
Haylaz ve huysuz bir şaire...
Çocuk işte… Bilmiyor ki…
Saatler hep sevgiyi vuruyor...
F.Ağaoğlu
Hiç kimse…
Bir rüzgâra verdi kendini beyaz kâğıt
Yazgısı, yazılanları uzaklara taşımaktı
Son dileği, son arzusu bu olmalıydı
Kaybolurcasına savruldu gökyüzüne…
Karalanmış bir şiir vardı bedeninde
Ayrılığı fark etmeyen, özlemi gizleyen,
Akşamın hüznünü gölgelerde saklayan,
Kavuşmayı dileyen satırlarla bezeli…
Gözyaşları, duyguları ıslatmıştı dizelerde
Deli bir şair yazmıştı sevgiyi anlatmak için
Aradığını bulamadığı yaşama inadına
Her darbede daha da artan bir sevgiyle…
Sözcükler güzelliklerle yol almak istedi
Aşkı yakalamak, vazgeçmemek adına
Yaşananlar üzse de, gözyaşı dökülse de
Varmak için vazgeçilmeyen anların tadına…
Bulutlarda saklandı beyaz kâğıt, yorgundu
Işıklar azalıyordu, yazılanlar okunmaz olmuştu
Taşıdığı yükün ağırlığı ile bitkindi, tükenmişti
Siyahın sardığı gecede yıldızlarla tanıştı
Gök kubbede dost bir fısıltı duymak istedi
Yalnızlığı hissetti, kimsesizlik üşütmüştü
Ve şiirin son satırlarında korktu… Ya giderse!
Ya, her güzel şey gibi anlamsızca biterse!
Kimse görmedi onu sabah ışıdığında… Hiç kimse…
Ferhat AĞAOĞLU